Hz. Peygamber’in sünnetinde kadının konumu
Künye
Seyhan, Ahmet Emin, “Hz. Peygamber’in Sünnetinde Kadının Konumu”, Toplum Din ve Kadın, Editör, Emine Öztürk, Nobel Akademik Yayıncılık, Ankara 2022, 83-114.Özet
Bu çalışmada ulaşılan sonuçlar şu şekilde ifade edilebilir:
Kur’ân-ı Kerîm ve sahih sünnete göre kadın ile erkek arasında “insan olmaları bakımından” hiçbir fark yoktur; her ikisi de hak ve sorumluluklar yönünden eşittir. Biri diğerini tamamlamak, birleşip “tek bir şey/insan” vücuda getirmek üzere Yüce Allah tarafından farklı özelliklerde yaratılmışlardır. Kadın erkeğe göre eksik veya ikincil bir varlık değildir. Kadın ile erkeği üstünlük yarışına sokmak yanlıştır. Zira kadın ile erkeğin farklı özellikleri birbirinin alternatifi değil tamamlayıcısıdır. Kadın ile erkek tıpkı bir çift ayakkabı gibi birbirinin yerini tutmayan “eşler”dir. Her iki ayakkabı birbirinin “eşi”dir, ama biri sağ ayağa, diğeri sol ayağa uygundur. Birini diğerinin yerine koymaya kalkışmak “hem ayağa hem de ayakkabıya” zulümdür.
Müslümanların yaşadığı toplumlarda kadına yönelik uygulamalar her zaman Kur’ân ve sahih sünnetin çizdiği çerçevede şekillenmemiş, eski örf, âdet, töre, gelenek ve kökleşmiş ataerkil anlayışlar baskın çıkmış, bazı âyet ve hadisler bu doğrultuda yorumlanmıştır. Tarihte ve günümüzde kadınlara ayrımcılık/haksızlık yapılmışsa bunun sebebi İslâm değil, tabulaştırılan yanlış örf, âdet ve geleneklerdir. Çünkü İslâm’ı kabul eden birçok kavim, geçmiş inanç ve kültürlerini bir çırpıda terk etmemiş, bunları yeni dine taşımış, bazı konularda “töre ve âdetler” dinin emirlerine baskın gelmiştir.
Hz. Peygamber, Câhiliye dönemi kadın algısını düzeltmek için çok çaba sarf etmiş, kadınların akıl, irade ve sorumluluk sahibi “insanlar” olduğunu çevresindekilere öğretmeye çalışmıştır. Ancak onun yıkmaya çalıştığı mezkûr algı, vefatıyla yeniden ortaya çıkmış ve kadınlara verilen haklar peyderpey ellerinden geri alınmıştır. Günümüzde kadınların vakit, Cuma ve bayram namazlarına katılmak için mescide devam edememelerinin sebebi Kur’ân-ı Kerîm veya sahih sünnetin ilkeleri değil, Hz. Peygamber’in vefatından sonra meydana gelen iç karışıkların neden olduğu sosyo-kültürel değişimler, sünnet-hadis bütünlüğüne aykırı rivâyetler ve nebevî tatbikata ters düşen örf, âdet, töre ve geleneklerin esas alınması olmuştur.
Hz. Peygamber, gelecek nesilleri yetiştirme sorumluluğu kendisine emanet edilen kadının eğitimine önem vermiş ve “ilim öğrenmenin kadın-erkek her mü’mine farz olduğunu” söyleyerek sahih bir sünnet ihdas etmiştir. Zira toplumların maddî ve manevî yönden gelişip kalkınması ancak ve ancak erkek-kadın herkesin iyi bir eğitim alması ve görevlerini hakkıyla yapmasıyla mümkündür.
İslâm, koyduğu prensiplerle kadınlara birçok haklar tanımış ve toplumların sakat kadın algılarını düzeltmeye çalışmıştır. Hem Kur’ân’ın temel esasları hem de “Hz. Peygamber’in insanlık için değerler manzumesi olan sahih sünneti” incelendiğinde görüleceği üzere cinsiyet ayrımcılığını çağrıştıran ifadeler Câhiliye döneminin tortu ve kalıntılarıdır.
Hz. Peygamber’in kadınların eğitimine yönelik faaliyetleri teşvik etmesi, buna uygun ortamlar hazırlaması, onların fıtrî özelliklerini dikkate alması, toplumun aktif üyeleri olmaları için çaba sarf etmesi, “İslâm dininin kadınları ikinci plana attığı ve onlara hiçbir değer vermediği ön yargısını” kökten yıkmıştır. Zira İslâm, kadını birey olarak kabul etmiş, ona malî ve hukukî haklar tanımış, mirastan pay sahibi yapmış, koyduğu ilkelerle tüm haklarını güvence altına almıştır. İslâm, kadını sadece anne rolüyle sınırlamamış, yeteneklerini geliştirip ailesine, topluma ve tüm insanlığa faydalı olmasını istemiştir. Hz. Peygamber, Kur’ân’a uygun olarak kadınların haklarını savunmuş ve topluma faydalı meslekler icra eden kadınları her zaman desteklemiştir.
Hz. Peygamber, savaş esiri erkek ve kadınlara insanca muamele edilmesini öğütlemiş, onların eğitimine ve topluma kazandırılmasına önem vermiş, köle ve cariyeleri azat ettikten sonra evlendirmeyi tavsiye etmiştir. Cariyelerin cinselliğinden nikâhsız yararlanmayı normal gören Câhiliye âdetini yıkmak için epey mücadele etmiştir. O, özellikle cariyelerin ve genç kızların evlenip yuva kurmalarını, anne olmalarını ve hayırlı nesiller yetiştirmelerini arzulamıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’de “kızların sünnetini” ima veya işaret eden hiçbir âyet olmadığı gibi Hz. Muhammed de “kadınların sünnet edilmesini” asla tavsiye etmemiştir. Kadın sünneti, günümüzde müslümanların yaşadığı yerlerden sadece Kuzey Afrika’nın bazı bölgelerinde mevcuttur. Antropolojik araştırmalar, bu geleneğin İslâm öncesinden kaldığını, zamanla o bölgelerde İslâmî niteliğe büründürüldüğünü ortaya koymuştur.
Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’i inzal ederken nüzul döneminin şartlarını dikkate alarak bazı uygulamaları “ibkâ”, bazılarını “ilgâ”, bazılarını da aşama aşama “ıslâh” etmiş ve dinin tamamlandığını bildirmiştir. Ancak evrensel ve kıyamete kadar geçerli tek hak din İslâm’ın zamana, şartlara ve ortama göre tedrici olarak gerçekleştirmeye çalıştığı ulvî gaye ve hedefleri vardır. Bunlardan biri de mal/eşya gibi görülen “köle, cariye ve kadınlara” verdiği devrim niteliğindeki hakların daha da geliştirilmesidir. Dolayısıyla örnek bir İslâm toplumu oluşturmak zorunda olan müslümanlar, “kadın, köle ve cariyelere” verilen bu hakları Kur’ân ve sünnetin ilkeleri ışığında, yaşadıkları zamana, ortama ve şartlara göre yeniden güncellemek, gözden geçirmek, daha da ilerletmek, geliştirmek ve genişletmek zorundadır. Umera (yöneticiler) ve ulema (din bilginleri) başta olmak üzere tüm mü’minler, Kur’ân-ı Kerîm’in ahlakıyla ahlaklanmak, Kur’ân’ın bu hedeflerini ciddiye almak ve model bir İslâm toplumu inşa etmeyi başarmakla mükelleftir. Bunun için ümmet, Hz. Peygamber’in sahih sünnetini doğru öğrenip içselleştirmek, onun hayallerini/hedeflerini bilmek, bunları hayata geçirmek için çabalamak, özellikle kadınları istismar ederek İslâm aleyhtarı faaliyetler yürüten ve İslâm’a girmek isteyen gayr-i müslimleri korkutan art niyetli kimselerin emellerini boşa çıkarmak mecburiyetindedir.



















