Türkiye’de sünnetin ve hadisin anlaşılması ve yorumlanmasına dair iki yeni usûl arayışının değerlendirilmesi
Künye
Seyhan, Ahmet Emin, “Türkiye’de Sünnetin ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasına Dair İki Yeni Usûl Arayışının Değerlendirilmesi”. İslâmî İlimlerde Yeni Usul Arayışları, Editör: Mehmet Ali Yargı, Emin Yayınları, Bursa 2024,123-180.Özet
Sonuç
Bu çalışmada ulaşılan sonuçlar şu şekilde ifade edilebilir:
Günümüzde hadis ve sünneti anlama ve yorumlamaya yönelik “usûl arayışlarına” hareket getiren M. Hayri Kırbaşoğlu önerdiği alternatif hadis metodolojisiyle İslâm düşüncesindeki köklü zihniyet değişikliğine “metodolojik düzeyde” katkı sunmayı amaçlamış, on dört asırdır devam eden ilmî çalışmalara rağmen hâlâ hadislerin sahîhinin sakîminden, makbûlünün merdûdundan, uydurma olanının olmayanından tam olarak ayrılmadığını, bugüne kadar yapılan çalışmaların sonuçlarının tatminkâr olmaktan çok uzak olduğunu söylemiştir.
Kırbaşoğlu “Klasik Hadis Usûlü”nün düşünce alanındaki tembellik ve durgunluk sebebiyle “dogma statüsüne” yükseltildiğini, yanılmazlık ve kusursuzluk vasfıyla tebcil edildiğini ve daha iyisinin olabileceğinin tahayyül dahi edilemediğini ifade etmiştir. “Klasik Hadis Usûlü”nün içtihada/tecdîde kapalı tutulduğunu, Ehl-i hadis zihniyetinin bilimsel bir faaliyet olan metodolojilerin “değişmezliğini” savunduğunu, böyle bir anlayışın bilimsellikle hiçbir ilgisinin olmadığını, dolayısıyla değişime ve yenilenmeye açık yeni bir metodolojik yaklaşıma şiddetle ihtiyaç bulunduğunu kaydetmiştir.
Kırbaşoğlu hadis âlimlerinin değerlendirmelerinin “mutlak doğru” değil, “izafi” olduğunu, verilen hükümlerin içtihat olup “değişmez nas” olmadığını, bunlardan bazılarının isabetsiz olabileceğini, meşhur hadis imamlarının uyguladıkları usûlün “sorgulanabilir, eleştirilebilir, tartışılabilir, değiştirilebilir ve geliştirilebilir” olduğunu söylemiştir. Müslümanların içinde bulundukları “atalet, donukluk, katı muhafazakârlık, taklitçilik, dayatmacılık ve baskıcılıktan” kurtulabilmeleri için “gelişmelere açık, dinamik, eleştirel bir ilim ve düşünce geleneği inşa etmelerini” bir zorunluluk olarak görmüştür. İslâmî ilimler geleneğinin hemen hemen her alanında olduğu gibi hadis usûlü alanında da görülen donuklaşma ve katılaşmanın ancak ve ancak kaliteli bilimsel araştırmalar, tenkitçi zihniyet ve sürekli kendini yenilemekle aşılabileceğini ifade etmiştir.
Kırbaşoğlu hadisler konusunda Müslümanlar arasında görülen sert ve demagojik tartışmalara son vermek için öncelikle “Klasik Hadis Usûlü”nün gelişim tarihinin incelenmesi, sonra bunun köklü bir şekilde tenkit süzgecinden geçirilmesi, ardından da daha etkin ve daha az kusurlu bir hadis usûlü geliştirilmesini tavsiye etmiştir. Ehl-i hadis - Şafiî çizgisinde geliştirilen “Klasik Hadis Usûlü”nün yeterli olmadığını, usûl-i fıkıh ulemasının ve özellikle de Ehl-i rey’in usûlcüleriyle Mu‘tezile usûlcülerinin usûl-i fıkıh literatürü içerisinde geliştirmeye çalıştıkları hadis usûlünün esas alınmasını, bu usûlün çağdaş disiplinlerden yararlı görülen unsurların ilavesiyle daha da zenginleştirilmesi önermiştir.
Kırbaşoğlu “alternatif hadis metodolojisinin” bağımsız bir usûl değil, genel metodolojinin bir parçası olduğunu; mezhebî bir usûl değil, İslâm geleneğinin tamamını kuşattığını, disiplinler arası bir yaklaşıma dayandığını, metodik şüphe, tenkitçi zihniyet ve eleştirel akıldan yana olduğunu; sünger değil, süzgeç; nakilci değil, akılcı; taklitçi değil, değişime açık olduğunu; içtihadı esas aldığını, aktüel ihtiyaçları önemsediğini, geleneksel olan ile moderni sentezlediğini; tarihî, edebî, tasvirî değil, kural koyucu olduğunu ifade etmiştir. O “alternatif hadis metodolojisinin bu karakteristik özelliklerinin” onu “Klasik Hadis Usûlü”nden ayırdığını, önerdiği usûlün temelini oluşturduğunu, zaten böyle bir temel atılmadan kurulacak yapıdan istenen verimin sağlanamayacağını, tavsiye ettiği usûlün uzun ömürlü ve verimli olabilmesi için metodolojinin uygulamaya ilişkin yönünden ziyade “bu belirgin özelliklerine” önem ve öncelik verilmesi, bunların içselleştirilmesi ve sürekli canlı tutulması gerektiğini söylemiştir.
Kırbaşoğlu, “hadis rivayetlerinin bilgi değeri” konusunda da toptan ret ile toptan kabul arasındaki mutedil yaklaşımın en sağlıklı, en tutarlı ve en bilimsel yol olduğunu ifade etmiştir. İslâmî ilimler alanında “kaynak bilinci” oluşturmaya yönelik çalışmalar yapılmasını, bu bilinçten hareketle özellikle hadis alanında “kaynak metodolojisinin” bir disiplin olarak ele alınmasını, bu metodolojiyi besleyecek kaynak tetkiklerinin teşvik edilip yaygınlaştırılmasını, bütün bunlar gerçekleştirilinceye kadar da eldeki mevcut tüm kaynaklara “bilimselliğin bir gereği olarak” temkin ve ihtiyatla yaklaşılmasını önermiştir.
Kırbaşoğlu, ortaya koyduğu yeni metodolojinin bel kemiğini “kaynak metodolojisi”, “epistemoloji” ve “metin tenkîdi” konularının oluşturduğunu, teorik düzeyde geliştirmeye çalıştığı usûlün “Klasik Hadis Usûlü”nden daha sağlıklı ve tutarlı olduğunu, ama bu usûlün asıl değerinin uygulamaya konulduğunda daha net anlaşılacağını, hadis alanındaki bilgi düzeyi yükseldikçe bu usûlden daha fazla istifade edileceğini belirtmiştir. Alternatif hadis metodolojisinden haberdar olan bir okuyucunun artık “hadisin kaynağını ve sıhhatini sorma bilincine” kavuşacağını, hadislerin akla, mantığa, İslâm’ın genel ilkelerine, Kur’ân'a, mütevatir sünnetlere, tarihî gerçeklere uygun olup olmadığını sorgulayacağını, eleştirel bakış açısına sahip olacağını, bunun da çok önemli bir gelişme olduğunu kaydetmiştir.
Kırbaşoğlu, önerdiği usûlün istinat edeceği tanım ve kavramların da önemine dikkat çekmiş, “Klasik Hadis Usûlü”ndeki bazı temel kavram ve ıstılahların yeniden gözden geçirilip gerekli değişikliklerin yapılmasını istemiş, gerektiğinde yeni kavram ve tanımlar üretilebileceğini de ifade etmiştir.
Kırbaşoğlu isnâd tetkiki, metin tetkiki ve metin tenkîdinin kriterlerini ayrıntılı olarak açıklamış, önerdiği metodolojinin yaklaşık on asırdır devam eden, bugün de hâlâ egemenliğini sürdüren “Klasik Hadis Usûlü”nün katı yapısını gevşetmeyi, onun yanında ikinci bir alternatif oluşturmayı, daha sonra bu yeni metodolojiyi alternatif olmaktan çıkarıp aslî hale getirmeyi ve İslâm düşüncesinde etkin konuma yükseltmeyi amaçladığını belirtmiştir.
Görüldüğü üzere Kırbaşoğlu adı geçen eserlerinde alternatif hadis metodolojisinin temel esaslarını ve bunların nasıl gerçekleştirileceğine ilişkin düşüncelerini paylaşmış, birtakım önerilerde bulunmuş, tespitlerini detaylı olarak anlatmış, ancak ortaya somut, elle tutulur gözle görülür, “sistematik bir metodoloji” koyamamıştır. Ancak talebesi Mehmet Görmez ise yazdığı Sünnet ve Hadisi Anlama Kılavuzu adlı eserinde hadis ve sünnetin doğru anlaşılması ve yorumlanması için kırk iki ilkeden oluşan “sistematik bir usûl” önermiştir.
Görmez, İslâm âlimlerinin geçmişte sünnetin mahiyeti, sünnete tâbî olmanın anlamı, sünnetin yazılı ve sözlü haberleri olan hadisin bilgi ve amel kaynağı olarak değeri gibi konuları bir usûl dâhilinde tartışarak çözümler ürettiğini, günümüzde de bu ilmî gayretlerin devam ettirilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Görmez, çağımızda her türlü bilginin metaa dönüşmesi, dinî bilginin bütünlüğünün parçalanması ve yönetilebilir olmaktan çıkması, bilgi kaosu ve yorum anarşisinin dinin sade ve berrak hakikatlerini gölgelemesi; İslâm’ın deliller sistemi ve deliller hiyerarşisinin, değerler sistemi ve değerler hiyerarşisinin, öncelikler fıkhının, aklî-naklî deliller ilişkisinin kaybedilmesi ve İslâm bilgi kaynaklarının karşı karşıya getirilmesi şeklinde kendini gösteren “bir usûlsüzlük” neşet ettiğini belirtmiştir. Görmez bu usûlsüzlük sonucu tüm hadis küllîyatının sahîhi sakîminden ayırt edilmeksizin peygamber mührüyle halkın bilgi kaynakları arasına girdiğini, her eve ve her cebe ulaştığını, hadislerin belirli bir metodolojiden yoksun tartışıldığını, bu tartışmaların ilmî ihtilaf zemininden çıkartılıp “bir inanç ihtilafına” dönüştürüldüğünü kaydetmiştir. Dini yorumlamada ilke, kural ve kaide tanımayan “parçacı yaklaşımın” egemen olduğunu, bu usûlsüzlüğün birbirinden kıymetli bazı ilmî eserleri “iman edilmesi gerekli kitaplar” konumuna yükselttiğini, Allah ile Rasûlü’nü karşı karşıya getirdiğini, Allah ile Peygamber’ini hâkimiyet yarışına soktuğunu söylemiştir. Bu usûlsüzlük sonucu bazılarının Rasûlü râvîye feda ettiğini, bazılarının da “Kur’ân bize yeter.” diyerek topyekûn sünnet ve hadis karşıtlığı/düşmanlığı yaptığını ifade etmiştir.
Görmez bundan böyle “sünnet ve hadisi usûlsüz arayışların gölgesinde sürekli tartışmak” yerine Hz. Peygamber’in tüm âlemlere gönderildiği “evrensellik gerçeği” ile bütün zamanlara hitap ettiği “ebedîlik hakikatini” dikkate alarak “sünnette örneklik ve hadiste bütünlük” ilkeleri çerçevesinde, güçlü bir usûl ve derin bir makâsıd bilgisiyle ele almak ve yorumlamak gerektiğini söylemiştir. Bu noktada yapılacak ilk işin günümüzde neredeyse birer isimden ibaret kalan “hadis ilimlerinin işlevselliğini” hayata geçirecek şekilde yeniden inşa etmek, ikinci ve en önemli işin ise usûl-i fıkhın öncelik sıralamasında değişiklik yapmak suretiyle “sünnet ve hadisin doğru anlaşılmasına uygun hâle getirmek” olduğunu kaydetmiştir.
Görmez’e göre sünneti anlamak demek sünnetin Kur’ân’dan sonra “ikinci bilgi kaynağı” olduğunu bilmek değildir. Aksine sünneti anlamak demek sünnetin Hz. Peygamber’in sözlerine itaatle, emir ve yasaklarına boyun eğmekle, örnek davranışlarına tâbî olmakla, rehber ve önder edinmekle emrolunan müminlere has olmadığını, “tüm insanlık için bir değerler manzumesi” olduğunu bilmek demektir. Dahası sünnetin sadece “ahlâkî davranış numuneleri” değil bizatihi “davranışı ahlâkî kılan değerler manzumesi” olduğunu bilmek demektir. Sünnetin müminleri aynı besmelede, aynı duada, aynı Fâtiha’da, aynı ibadette, aynı şeâirde buluşan bir ümmete nasıl dönüştürdüğünü, tarih boyunca İslâm’ın değişimlere ve dönüşümlere karşı “en büyük mukavemet gücü” olduğunu, bu sürekliliği ancak “doğru bir sünnet anlayışının” tahkim edeceğini bilmek demektir.
Görmez’e göre sünneti bu manada ve evrensel bir perspektifle ele almak için Kur’ân ve sünnet karşı karşıya getirilmemeli, sünnetin Kur’ân’ı yaşanan hayata dönüştüren bir beyan, tefsir ve tevil olduğu unutulmamalıdır. İslâm’ın evrensel ve ebedî olduğu hakikati dikkate alınarak sünnetin “Hz. Peygamber’in örnekliği” olduğu bilinmeli, onu örnek almakla onu taklit etmek birbirine karıştırılmamalı, şeklen ona benzemek yeterli görülmemelidir. Onun kendi zamanına ve coğrafyasına has Arap örf ve âdetlerini sünnet telakki etmekten kaçınılmalı, sünnet anlaşılmaya çalışılırken âdet-ibadet farkı gözetilmelidir. Bid‘atin “zamansal” değil, “ilkesel” olduğu bilinmeli; sünnette olmayan her şeyi bid‘at olarak görmek yerine sünnet-bid‘at ayrımı yapılarak sünnet anlaşılmalıdır. Hiçbir peygamberin kendi kavminin kültürünü evrensel bir din kuralına dönüştürmeyeceği bilinmeli, dinî olanla kültürel olan birbirinden ayrılmalı, sünnet, sünnet-kültür farkı açısından ele alınmalıdır. Resûlullah’ın beşer olarak yaptıklarıyla “peygamber olarak yaptıkları” birbirinden tefrik edilmeli, insanlığın hidayetini ilgilendiren “yapılması zorunlu sünnetler” ile “yapılması zorunlu olmayan sünnetler” olduğu bilinmeli, sünnet “fıkıh ve bağlayıcılık açısından” ele alınmalıdır.
Görmez’e göre hadisi anlamak için rivayetler “sadece sünneti Müslümanlara taşıyan haberler” olarak algılanmamalı, bilakis Kur’ân’ın âyetleri ile kâinatın âyetlerinin ayrılmayacağı, âyetullaha aykırı hiçbir hadis olmayacağı gerçeğinden hareketle “İslâm’ın bütünlüğü” içinde anlaşılmalıdır. Hadisler Kur’ân’ın celâline, sünnetin cemâline gölge düşürmeyecek, Kur’ân’ın yeterliliğine, sünnetin beyanına halel getirmeyecek şekilde “Kur’ân-sünnet bütünlüğü” içinde anlaşılmalıdır.
Hadisler Hz. Peygamber’in ismetini, sadakatini, emanetini, fetânetini, adaletini ihlal edecek herhangi bir rivayetin ondan sadır olmayacağı bilinciyle “risâlet-nübüvvet bütünlüğü” içinde anlaşılıp yorumlanmalıdır. Hadisler “nebevî tatbikat ve uygulanagelen sünnet” göz ardı edilmeden, ilk iki asırda egemen olan sünnet-hadis farkı dikkate alınarak “sünnet-hadis bütünlüğü” içinde anlaşılmalıdır. Hadisler, söz ve davranış bütünlüğü ile ilim ve amel birlikteliğinin tüm peygamberlerin “ayrılmaz ortak vasfı” olduğundan hareketle “sünnet-sîret bütünlüğü” içinde okunmalıdır.
Kur’ân başta olmak üzere Hz. Peygamber’in bilgi kaynakları arasındaki hiyerarşi doğru tespit edilmeli, hadisler “kaynak bütünlüğü” içinde değerlendirilmeli, akıl nakle, nakil de akla feda edilmemeli, hadisler “akıl-vahiy bütünlüğü” içinde anlaşılmalıdır. Hadisler, varlık âleminin yaratılış hikmeti, insanın varoluş sebebi ve dinin gönderiliş gayeleri doğrultusunda “makâsıd-maslahat bütünlüğü” içinde anlaşılıp yorumlanmalıdır.
Hadisler sebeb-i vurûd doğru tespit edilerek, tek bir rivayet yerine o konudaki tüm rivayetler toplanarak “konu bütünlüğü” içinde anlaşılmalıdır. Hadisler, bir hadis rivayetinin tüm tariklerini bir araya getirip resmi tamamlayarak “rivayet bütünlüğü” içinde anlaşılmalıdır. Hadisler Hz. Peygamber’in kavramlara yüklediği manalar dikkate alınarak “kavramsal bütünlük” içinde anlaşılmalıdır. Hadisler anlaşılırken hadislerin “manayla rivayet edildiği gerçeği” göz ardı edilmemeli, lafızlara ifade etmedikleri manalar yükleyen “bâtınî yaklaşımlardan” da manayı lafızlardan ibaret gören “zâhirî yorumlardan” da kaçınılmalıdır.
Hadislerdeki hakikat-mecaz gerçeğinin farkında olunmalı, hadisin ne şekilde ve ne zaman bir hüküm ifade ettiği ve “teşrî bakımından bağlayıcılığı” doğru tespit edilmelidir. Hadisin kastının ötesinde bir anlamaya sebebiyet vermemek için hadislerdeki deyimler dikkate alınmalı, kıssa ve temsilî anlatımların tarihte meydana gelip gelmediğiyle ilgilenmek yerine “kıssada verilen hikmetlere, ibretlere ve derslere” odaklanılmalıdır. Hadislerde geçen meseller, sayı, ölçü ve miktarlar lafızdan değil “manadan/maksattan” hareketle anlaşılmalı, bunların ifade ettiği hakikatler doğru tespit edilmelidir. Hadislerde gayb âlemine dair zikredilen hususlar “varlık mertebeleri” dikkate alınarak anlaşılıp yorumlanmalıdır.
Hadisler anlaşılırken tedrîcilik ve neshe dikkat edilmeli, çeşitli nedenlerle bazı rivayetler arasında görülen ihtilaflar “cem ve telif, nesh, tercih ve tevakkuf” olmak üzere dört aşamalı bir usûl takip edilerek çözülmelidir. Tergîb ve terhîb türü hadisler “hüküm bildiren ahkâm hadisleriymiş” gibi anlaşılmamalı, müteşâbih hadisler yorumlanırken “tecsîm, teşbîh ve tenzîh arasında gidip gelen bir akideye” saplanılmamalıdır. Fiten ve melâhim hadisleri belli bir usûl çerçevesinde ve Kur’ân’ın umut aşılayan ve kıyamete kadar geleceğe umutla bakmayı öğreten âyetleri ışığında yorumlanmalıdır.
Hadisler “bir ahkâm kaynağı” olarak görüldüğü gibi “bir ahlâk kaynağı” olarak da görülmeli, Müslümanlar hem Hz. Muhammed’i hem de onun getirdiği çağlar üstü evrensel mesaj Kur’ân-ı Kerîm’i doğru anlamadan ve yorumlamadan hiçbir sorunlarını çözemeyeceklerini bilmelidir.
Bizim umudumuz odur ki, gerek günümüzde gerekse ilerleyen yıllarda yapılacak daha kaliteli ilmî çalışmalarla hem Kırbaşoğlu’nun hem de Görmez’in gayretleri bir üst seviyeye taşınacak, Ehl-i rey zihniyetine sahip çalışkan ve cesur hadis araştırmacıları hadis ve sünneti anlama ve yorumlamada daha etkili, kalıcı ve sürdürülebilir bir usûl ortaya koyacak, bu usûl yeni gelişmelere göre sürekli güncellenecektir. Çünkü Müslümanlar Kur’ân-ı Kerîm ve onun pratiğe yansımış hâli olan sahîh sünnetin “ilke, gaye, amaç, hedef ve maksatlarını” her çağda doğru tespit etmek, bunları hayatlarının her alanında uygulamak ve tüm dünyaya model olmak zorundadır.



















