İslam Hukuku ve Türk Medenî Kanunu’nda iddet
Citation
Ülger Nalbant, Ş. (2022). İslam Hukuku ve Türk Medenî Kanunu’nda İddet. Kocatepe İslami İlimler Dergisi, 5(2), 597-616. https://doi.org/10.52637/kiid.1182738Abstract
Herhangi bir sebepten dolayı sona eren bir nikah akdinin ardından beklenmesi gereken süreyi ifade eden iddet, içerisinde birçok hikmeti barındıran bir zaman dilimidir. İslam hukukunda “iddet” olarak bilinen bu durum Türk Medenî Kanunu’nda “bekleme süresi” olarak ifade edilmektedir. İslam hukukunda ve Medenî Kanun’da iddetin mahiyeti ve amacı birçok açıdan farklılık arz etmektedir. Bu farklılıkların en önemlisi kaynak bakımından olup İslam hukukunda “iddet” olarak isimlendirilen bu zaman diliminin kaynağı Kur’ân-ı Kerîm’deki ilgili ayetler ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’den rivayet edilen hadisler iken, Medenî Kanun’da ise “bekleme süresi” olarak adlandırılan bu sürenin kaynağı İsviçre Medenî Kanunu’dur. Diğer bir farklılık ise İslam hukukunda iddetin hem dünyevî hem uhrevî yönleri bulunurken Medenî Kanun’daki bekleme süresi ise sadece dünya hayatına yönelik hukukî bir durumu ifade etmektedir. Söz konusu farklılıklar iddetin ortaya çıkardığı hukukî sonuçları kimi zaman doğrudan etkilemektedir. İslam hukukunda iddet; boşanma, ölüm, hamile kadının ve kocası mefkûd (gaip) olan kadının iddeti gibi farklı çeşitlere sahiptir ve bu çeşitlere göre kadının iddet süresi farklılık göstermektedir. Bu doğrultuda İslam hukukunda genel anlamda sabit ve standart bir iddet süresinden bahsetmek mümkün değildir. Medenî Kanun’da ise iddetin çeşitleri sınırlı olup iddet süresi Kanun’da muayyen şekilde üç yüz gün olarak belirlenmiştir. Bunda, esas alınan İsviçre Medenî Kanunu’nda en uzun gebelik süresinin üç yüz güne tekabül etmesi ve kadının önceki evliliğinden hamile olup olmadığının tespiti için bu sürenin yeterli görülmesi etkili olmuştur. Kadının hamile olmadığını doktor raporuyla ispat etmesi halinde ise bekleme süresinden muaf tutulmaktadır. İslam hukukunda sahih nikah sonucu iddetin gerekliliği için nikah bağı oluştuğu andan itibaren kadın ve erkek arasında sahih halvet veya zifafın meydana gelip gelmediğine bakılmaktadır. Fâsid nikahta ise halvetin iddeti gerektirip gerektirmediği hususunda farklı görüşler bulunmakla birlikte cumhura göre cinsel birliktelik gerçekleştiyse evlilik bağının boşanma, fesih veya kocanın ölümü ile sona ermesi halinde kadına iddet gereklidir. Eğer kadın ve erkek arasında cinsel birliktelik gerçekleşmediği biliniyorsa kadına iddet gerekli değildir. Bu tarz şartların yer almadığı Kanun’da ise boşanma veya kocanın vefatı akabinde kadının beklemesi gereken süre için resmî olarak nikahın vuku bulmuş olması yeterlidir. Nikah, hangi amaçla veya hangi şekilde gerçekleşirse gerçekleşsin resmî olarak sona erdiği andan itibaren kadının bekleme süresi başlamaktadır. İslam hukukunda ve Kanun’da iddetin bağlayıcılığı ise üzerinde konuşulması gereken bir diğer önemli konudur. İslam hukuku ve Türk Medenî Kanunu’na göre iddetin mahiyeti ve farklılıklarının incelendiği bu makalede iki hukuk sisteminin iddete bakış açısı farklı başlıklar altında analiz edilmiştir. Çalışmanın hedefi, iddetin İslam hukuku ve TMK’daki niteliğine dair değerlendirmeler yapmak ve iki hukuk sisteminin birbiriyle benzeştiği ve ayrıştığı noktaları tespit etmektir. Makale, günümüzde tatbik ettiğimiz Türk Medenî Kanunu’nun ve hükümlerini uygulamakla mükellef olduğumuz İslam hukukunun aile hukuku alanında oldukça önemli olan iddet merkezinde benzerlik ve farklılıkların ortaya konulması açısından oldukça önemlidir. Bundan dolayı çalışma, ilgili konuyu kapsayıcı bir şekilde ele alması açısından önem arz etmektedir. Bu noktada iddete ve bekleme süresine dair çalışmalar incelendiğinde araştırma ve incelemelerin çoğunlukla sadece bir hukuk sistemiyle sınırlı tutulduğu ve oldukça dar bir çerçevede ele alındığı görülmektedir. Bu açıdan ortak hukukî bir konunun İslam hukuku ve Medenî Kanun’da ayrıntılı bir şekilde ele alınması çalışmanın hem önemi hem de özgünlüğünü ortaya koymaktadır. Son olarak bu makale, İslam hukuku ve Medenî Kanun’da incelenmeyi bekleyen pek çok ortak hukukî meselenin mukayeseli olarak ele alınması açısından birçok yeni çalışmaya da örneklik teşkil edecektir. ʿIddah, which expresses the period to wait after a marriage contract that ends for any reason, is a time period that contains many wisdoms. This situation, known as ʿiddah in Islamic law, is referred to as "waiting period" in the Turkish Civil Code. The nature and purpose of ‘iddah in Islamic law and the Turkish Civil Code differ in many respects. One of the most important of these differences is the source of ʿiddah in Islamic law and in the Turkish Civil Code. While the source of this period is the verses in the Qur'an and hadiths were narrated from the Prophet (PBUH) in Islamic Law, in the Turkish Civil Code, is the Swiss Civil Code. Another difference is that while there are both worldly and otherworldly aspects of ʿiddah in Islamic law, the waiting period in the Turkish Civil Code only expresses a legal situation for worldly life. Having different approaches in terms of otherworldly and worldly, sometimes directly affects the legal consequences of ʿiddah as discussed in more detail in the study. In Islamic law, there are different types of ʿiddah such as divorce, death and birth, and the ʿiddah of the absent husband (mafqūd), and according to these types, the ʿiddah period of the woman differs. In this respect, it is not possible to talk about a fixed and standard period of ʿiddah in Islamic law. In the Civil Code, the types of the waiting periods are limited and the duration of the waiting period is determined as a fixed period of three hundred days. The reason why the period was determined as three hundred days is that according to the Swiss Civil Code, which is the source law of the Turkish Civil Code, three hundred days corresponds to the longest pregnancy period and it is considered sufficient to determine whether the woman is pregnant from her previous marriage. If the woman proves that she is not pregnant with a doctor's report, she is exempted from the waiting period. According to the fuqahā, for the necessity of ʿiddah as a result of a valid marriage, it is checked whether there has been valid seclusion or sexual intercourse between men and women from the moment the marriage bond is formed. Although there are different opinions about whether seclusion requires ʿiddah in an invalid marriage, according to the majority, if the marriage has taken place, then ʿiddah is required for the woman in case the marriage bond ends with divorce, revocation or the death of the husband. If it is known that the woman and the man do not have sexual intercourse, the ʿiddah is not necessary for the woman. The law does not seek the conditions of whether the marriage is valid or invalid or whether there is sexual intercourse between the spouses. After the divorce or the death of the husband, it is sufficient that the official marriage has taken place for the period that the woman has to wait. Regardless of the purpose or the way the marriage takes place, the waiting period of the woman begins from the moment it officially ends. The bindingness of ʿiddah in Islamic law and in the Turkish Civil Code is another important issue that needs to be discussed. There are different approaches of the two legal systems regarding the bindingness of ʿiddah, which is discussed in detail in the article. In this article, which examines the nature and differences of ʿiddah according to Islamic law and the Turkish Civil Code, the perspective of the two legal systems on ʿiddah is analyzed under the different headlines. The aim of the study is to evaluate the nature of ʿiddah in the two legal systems and to identify the points where the two legal systems complement and diverge. The article is very important in terms of analytically revealing the similarities and differences in the framework of ʿiddah which is very important in the field of family law, of the Turkish Civil Code that we apply today and of the Islamic law that we are obliged to practice. Therefore, the study is important in terms of dealing with the subject in an inclusive way. In addition, when the studies on the two legal systems are examined, it is seen that the researches and examinations are mostly limited to only one legal system and are handled in a very narrow framework. In this respect, a detailed discussion of a common legal issue in Islamic law and the Turkish Civil Code reveals both the importance and the originality of the study. Finally, this article will set an example for many new studies in terms of comparatively handling many common legal issues waiting to be examined in Islamic Law and the Turkish Civil Code.
Source
Kocatepe İslami İlimler DergisiVolume
5Issue
2URI
https://doi.org/10.52637/kiid.1182738https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2681942
https://hdl.handle.net/11630/11716
Collections
- Cilt 5 : Sayı 2 [20]